15 Mart 2008 Cumartesi

Vücudumuzu oluşturan trilyonlarca hücrenin her birinin çekirdeğinde, 900 ciltlik bir ansiklopediye ancak sığacak kadar büyük bir bilgi deposu bulunduğunu biliyor musunuz?
DNA, her canlı hücresinin çekirdeğinde saklı duran dev bir moleküldür. Canlının sahip olduğu bütün fiziksel özellikler, bu sarmal biçimindeki molekülde şifrelenmiştir. Gözümüzün renginden, iç organlarımızın yapısına, hücrelerimizin şekil ve fonksiyonlarına kadar her türlü bilgi DNA'daki gen adı verilen bölümlerde programlanmıştır.
KOPYALAMA MUCİZESİ
(Yanda)Bir bakteriyi uygun bir ortama bırakırsanız, birkaç saat sonra kendinin aynı olan yüzlerce bakteri daha üretmiş olduğunu görürsünüz. Çünkü her canlı hücresi "kendini kopyalama" özelliğine sahiptir. DNA keşfedilene dek, bu mucizevi işlemin nasıl gerçekleştiği anlaşılamıyordu. DNA'nın bulunmasıyla birlikte, her canlı hücresinin, kendisi hakkındaki tüm bilgileri barındıran bir "bilgi bankası"na sahip olduğu ortaya çıktı. Bu bulgu, yaratılışın muhteşemliğini ortaya koyuyordu.
DNA şifresi, dört farklı molekülün diziliminden oluşur. Bu dört molekülün herbirini birer harfe benzetirsek, DNA'yı dört harfli bir alfabeden oluşan bir bilgi bankası olarak kabul edebiliriz. Bedenin tüm bilgisi, bu bilgi bankasında depolanmıştır.

Sadece hücrelerin değil, tüm canlı bedenlerinin planları DNA'da kayıtlıdır. İç organlarımızın yapısı, ya da kuşların kanatlarının şekli, kısacası her şey DNA'da tüm ayrıntılarıyla kayıtlıdır. (YANDA)

DNA'daki bilgileri kağıda dökmeye kalkarsak, bu bilgiler yaklaşık bir milyon ansiklopedi sayfası büyüklüğünde bir yer tutar. Bu, insanlığın en büyük bilgi birikimlerinden biri olan Britannica Ansiklopedisi'nin 40 katı büyüklüğünde bir ansiklopediye eşittir. Ama bu inanılmaz bilgi, milimetrenin yüzde biri kadar olan hücrelerimizin, ondan daha da küçük çekirdeklerinde saklanmıştır.
Bir çay kaşığına sığabilecek boyuttaki bir DNA zincirinin, bugüne kadar dünya üzerinde basılmış bütün kitapların bilgisini saklayabilecek kapasitede olduğu hesaplanmaktadır.
DNA'nın dört "harfli" bir alfabesi vardır.

Elbette ki böyle muhteşem bir yapı, kendiliğinden ve tesadüfen oluşamaz ve canlılığın Allah tarafından yaratıldığını ispatlar. Nitekim evrimciler DNA'nın kökenine hiçbir açıklama getirememektedir. Ancak sırf teoriyi yaşatmak adına, "tesadüf" iddiasına sarılmayı sürdürürler. Avustralyalı ünlü moleküler biyolog Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis (Evrim: Kriz İçinde Bir Teori) adlı kitabında bunu şöyle anlatır:

"Canlıların genetik programlarının yapısı, milyarlarca bit (bilgisayar birimi) bilgiye ya da bin ciltlik küçük bir kütüphanenin içindeki tüm harflerin dizilimine eşdeğerdir. Bu denli kompleks organizmaları oluşturan trilyonlarca hücrenin gelişimini belirleyen, emreden ve kontrol eden sayısız karmaşık işlevin tamamen rastlantıya dayalı bir süreç sonucunda oluştuğunu iddia etmek ise, insan aklına yönelik bir saldırıdır. Ama bir Darwinist, bu düşünceyi en ufak bir şüphe belirtisi bile göstermeden kabul eder!"11
HELEZONDAKİ BİLGİ


DNA molekülü, bir helezon şeklinde uzanan milyonlarca basamaktan oluşur. Eğer bir tek hücremizin içindeki DNA molekülü açılsa, yaklaşık 1 metrelik bir zincir oluşturur. Ama bu zincir, olağanüstü bir "paketleme" sistemiyle, milimetrenin yüzbinde biri büyüklüğündeki hücre çekirdeğine sıkıştırılmıştır.

10 Mart 2008 Pazartesi

Hücredeki Tasarım

BEYİN HÜCRESİNİN KOMPLEKSLİĞİ

Tüm canlılar hücrelerden oluşur. Tek bir hücre bile kendi kendine yetebilir; kendi besinini üretebilir, hareket edebilir ve diğer hücrelerle haberleşebilir. Olağanüstü bir teknolojiye sahip olan hücre, canlılığın tesadüfler sonucu oluşamayacağının kesin bir ispatıdır.

Tek bir beyin hücresi kendisi gibi 10 bin kadar hücre ile sürekli bir bağlantı içindedir. Bu haberleşme ağı, dünya üzerinde kurulmuş tüm telefon santrallerinden çok daha komplekstir.

Tek bir proteininin bile tesadüfen oluşamayacağı hücre, evrimin "tesadüf" iddiasını tamamen anlamsız hale getiren bir tasarım harikasıdır. Hücrenin içinde, benzetme yapmak gerekirse; enerji santralleri, kompleks fabrikalar, dev bir bilgi bankası, depolama sistemleri ve gelişmiş rafineriler vardır.
BİTKİ HÜCRESİ

İnsan ve hayvan hücrelerinin yanı sıra bitki hücresi de bir yaratılış mucizesidir. Bitki hücresi, günümüzde hiçbir laboratuvarda gerçekleştirilemeyen bir işlemi yani "fotosentez" işlemini gerçekleştirir. Bitki hücresinde bulunan "kloroplast" isimli bir organel sayesinde bitkiler su, karbondioksit ve güneş ışığını kullanarak nişasta üretirler. Bu besin maddesi, yeryüzündeki besin zincirinin ilk halkasıdır ve yeryüzündeki tüm canlıların besin kaynağıdır. Bu çok karmaşık işlemin ayrıntıları günümüzde hala tam olarak çözülememiştir.

Darwin zamanında hücrenin bu olağanüstü yapısı hakkında hiçbir şey bilinmiyordu. Dönemin ilkel mikroskopları altında hücre belli belirsiz bir leke gibi görünüyordu. Bu nedenle gerek Darwin, gerekse onun dönemindeki diğer evrimciler, hücrenin tesadüflerle oluşabilecek son derece basit bir su haznesi olduğunu sandılar. Canlılığın tesadüflerle açıklanabileceği inancı, bu ilkel bilim anlayışı nedeniyle kabul gördü.

Vücuda giren mikropları yakalayan bir savunma hücresi.(yanda)

Oysa 20. yüzyıldaki bilimsel gelişmeler, canlı hücresinin akıl almaz derecede kompleks bir sisteme sahip olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu denli karmaşık bir tasarıma sahip olan hücrenin, evrim teorisinin iddia ettiği gibi rastlantılarla oluşmasının imkansız olduğu bugün anlaşılmış durumdadır. Elbette insanın bile oluşturamadığı kadar kompleks bir yapı, "tesadüf" ürünü olamaz. Ünlü İngiliz matematikçi ve astronom Profesör Fred Hoyle, bu imkansızlığı şöyle açıklar:
"Tesadüfler sonucu bir canlı hücresinin meydana gelmesi, bir hurda yığınına isabet eden kasırganın savurduğu parçalarla tesadüfen bir Boeing 747 uçağının oluşması kadar imkansızdır."9
Hoyle, bir başka yorumunda ise şöyle der: "Aslında, yaşamın akıl sahibi bir varlık tarafından meydana getirildiği o kadar açıktır ki, insan bu açık gerçeğin neden yaygın olarak kabul edilmediğini merak etmektedir. Bunun (kabul edilmemesinin) nedeni, bilimsel değil, psikolojiktir."10
TESADÜFLERLE UÇAK OLUŞUR MU?
Hücre o kadar detaylı bir tasarıma sahiptir ki, ünlü bilimadamı Fred Hoyle (sağda) onu bir Boeing 747 uçağına benzetir. Hoyle'a göre nasıl bir uçak tesadüfen oluşamaz ise, hiçbir hücre de asla tesadüfen oluşamaz. Aslında bu örnek bile yetersizdir. Çünkü insanoğlu bilgi ve teknolojisi sayesinde dev uçaklar yapabilmektedir, ama hala tek bir hücre dahi yapamamıştır.

9- "Hoyle on Evolution", Nature, Vol 294, 12 November 1981, p. 105
10- Fred Hoyle, Chandra Wickramasinghe, Evolution from Space, New York, Simon & Schuster, 1984, p. 130

Proteindeki Tasarım

Hemoglobin molekülünün karmaşık tasarımı
"İlk canlı hücre nasıl oluştu" sorusunu şimdilik bir kenara bırakıp, bundan çok çok daha kolay bir soru soralım: İlk protein nasıl oluştu? Ancak evrim teorisi bu soruyu bile asla cevaplayamamaktadır.
PROTEİNLERİN MİMARİSİ;
Proteinler kendi içlerindeki karmaşık tasarımlarının yanısıra, vücut içinde de büyük bir tasarım örneği sergilerler. İnsan vücudunun büyük bölümünü proteinler oluşturur. Kemiklerimizin, gözlerimizin, saçlarımızın ya da kaslarımızın temel yapı malzemesi proteinlerdir. Üstte kaslarımızdan birinin içindeki liflerden tek bir tanesinin kompleks iç yapısı görülüyor. Bu yapının içindeki detayların her biri, farklı protein yapılarına sahip hücreler tarafından oluşturulur. Her detay kusursuz bir biçimde tasarlanmış ve organik bir malzemenin, yani proteinlerin kullanılmasıyla inşa edilmiştir. Proteinlerin bu muhteşem mimarisi, yaratılışın çarpıcı delillerinden biridir.
Proteinler hücrenin yapıtaşlarıdır. Eğer hücreyi dev bir gökdelene benzetirsek, proteinler de bu gökdelenin tuğlaları sayılabilirler. Ancak tuğlalar gibi standart şekil ve yapıda değildirler. En basit hücrelerde bile en az 2000 kadar farklı türde protein bulunur. Hücre bu çok farklı proteinlerin hepsinin olağanüstü bir uyum içinde çalışması sayesinde yaşar.
Proteinler de kendilerinden çok daha küçük parçalardan oluşur. Bu parçalar, "amino asit" adı verilen ve karbon, azot, hidrojen gibi atomların farklı şekillerde birleşmesiyle oluşan moleküllerdir. Ortalama bir proteinde 500-1000 kadar amino asit vardır. Bazı proteinler çok daha büyüktür.
Cytochrome-C proteini
İşin en önemli yanı ise, amino asitlerin bir proteini oluşturmak için mutlaka belirli bir sıra içinde dizilmeleri zorunluluğudur. Canlı bedenlerinde kullanılan 20 farklı türde amino asit vardır. Bu amino asitler protein oluşturmak için birbirlerine gelişigüzel bağlanmazlar. Aksine, her proteinin belirli bir amino asit dizilimi vardır ve bu dizilimin harfiyen tutturulması gerekir. Protein yapısındaki tek bir amino asitin bile eksilmesi veya yerinin değişmesi, o proteini işe yaramaz bir molekül yığını haline getirir. Bu nedenle her amino asit, tam gereken yerde, tam gereken sırada yer almalıdır. Canlı hücresinde bu dizilimin bilgisi DNA'da saklanır ve proteinler de DNA'daki bu bilgi okunarak üretilir.
Evrim teorisi ise, ilk proteinlerin "tesadüfen" oluştuğunu iddia etmektedir. Ancak olasılık hesapları bunun kesinlikle imkansız olduğunu gösterir. Örneğin 500 amino asitten oluşan bir proteinin amino asit diziliminin "tesadüfen" doğru çıkması, 10950'de 1 ihtimaldir.5 10950 demek, 1 rakamının yanına 950 tane sıfır gelmesiyle oluşan akıl almaz bir sayı demektir. Oysa matematikte 1050 de 1'den daha düşük ihtimaller pratik olarak "sıfır ihtimal" kabul edilirler.
MAYMUNLAR KİTAP YAZABİLİR Mİ?
Sitokrom-C, oksijenli solumunu sağlayan en önemli proteinlerden biridir. Varlığı yaşam için kaçınılmazdır. Son derece kompleks bir tasarıma sahip olan bu proteinin tesadüfen oluşması ise imkansızdır. Türkiye'nin önde gelen evrim savunucularından biri olan Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim adlı kitabında sitokrom-C'nin tesadüfen oluşmasının imkansızlığını, "bir maymunun daktiloda hiç yanlış yapmadan insanlık tarihini yazma olasılığı kadar az" şeklindeki ifadesiyle itiraf eder.8
Kısacası tek bir protein bile tesadüfen oluşamaz. Bu gerçek kimi zaman evrimciler tarafından da itiraf edilir. Örneğin Harold Blum adlı ünlü bir evrimci bilim adamı, "bilinen en küçük proteinlerin bile rastlantısal olarak meydana gelmesi, tümüyle imkansız gözükmektedir" demektedir.6
Peki tüm bunlar ne anlama gelir? Kimya profesörü Perry Reeves ise bu soruya şöyle bir cevap verir:
"Bir insan, amino asitlerin rastlantısal olarak birleşiminden ne kadar fazla muhtemel yapı oluşabileceğini düşündüğünde, hayatın gerçekten de bu şekilde ortaya çıktığını düşünmenin akla aykırı geldiğini görür. Böyle bir işin gerçekleşmesinde bir Büyük İnşa Edici'nin var olduğunu kabul etmek, akla çok daha uygundur."7
5- Please see Harun Yahya, The Evolution Deceit, Ta Ha Publishers, 1999, p. 93
6- W. R. Bird, The Origin of Species Revisited. Nashville: Thomas Nelson Co., 1991, p. 304
7- J. D. Thomas, Evolution and Faith. Abilene, TX, ACU Press, 1988. p. 81-82
8- Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim (Inheritance and Evolution), Ankara: Meteksan Yayınları, 1984, p. 64