22 Eylül 2007 Cumartesi

Varyasyonların Anlamı

Sebze ve meyveler kendi içlerinde farklı tatlara, besin değerlerine ve özelliklere sahip çeşitli varyasyonlar içerirler.


Darwin 1859 yılında Türlerin Kökeni'ni yayınladığında, canlılığın olağanüstü çeşitliliğini açıklayan bir teori ortaya attığını düşünüyordu. Bir canlı türü içinde doğal çeşitlenmeler (varyasyonlar) olduğunu gözlemlemişti. Örneğin İngiltere'deki hayvan pazarlarını gezerken, ineklerin çok farklı cinsleri bulunduğunu, havyan yetiştiricilerinin de bunları seçici bir biçimde çiftleştirerek yeni cinsler türettiklerini izlemişti. Bundan yola çıkarak da, "canlılar doğal olarak kendi içlerinde çeşitlenebiliyorlar, demek ki uzun zaman dilimleri içinde bütün canlılık tek bir ortak atadan gelmiş olabilir" şeklinde bir mantık yürütmüştü.

Oysa Darwin'in "türlerin kökeni" hakkında ortaya attığı bu varsayım, gerçekte türlerin kökenini hiçbir şekilde açıklamıyordu. Genetik biliminin gelişmesiyle birlikte, bir canlı türü içindeki çeşitlenmenin hiçbir zaman yeni bir tür oluşumuna yol açmayacağı anlaşıldı. Darwin'in "evrim" sandığı olgu, gerçekte "varyasyon"du.

Yeryüzündeki insanların hepsi temelde aynı genetik bilgiye sahiptirler; ama bu genetik bilginin izin verdiği varyasyon potansiyeli sayesinde kimisi çekik gözlüdür, kimisi kızıl saçlıdır, kimisinin burnu uzun, kimisinin boyu kısadır.


Varyasyon, genetik biliminde kullanılan bir terimdir ve "çeşitlenme" demektir. Bu genetik olay, bir canlı türünün içindeki bireylerin ya da grupların, birbirlerinden farklı özelliklere sahip olmasına neden olur. Örneğin yeryüzündeki insanların hepsi temelde aynı genetik bilgiye sahiptirler; ama bu genetik bilginin izin verdiği varyasyon potansiyeli sayesinde kimisi çekik gözlüdür, kimisi kızıl saçlıdır, kimisinin burnu uzun, kimisinin boyu kısadır.

Life Sciences Ansiklopedisi'nde belirtildiği gibi, "Doğal popülasyonların çoğunda, varyasyon oldukça yüksektir. Bakteriler gibi, mayoz bölünme ile çoğalmayan türler bile genetik varyasyona sahiptirler." 176 Mesela, yakından tanıdığımız bir canlı türü olan köpeklerin birbirinden farklı pek çok varyasyonu vardır: Buldog, İtalyan tazısı, Alman kurdu, Husky, Sivas Kangal, Dalmaçyalı, Doberman, Chow Chow, Shih Tzu ve daha pek çok ırk, köpek türü içindeki çeşitlenmelerdir. Her gün yediğimiz sebze ve meyveler kendi içlerinde farklı tatlara, besin değerlerine, dayanıklılık standartlarına ve özelliklere sahip çeşitli varyasyonlar içerirler.

Doğal popülasyonların çoğunda, varyasyon oldukça yüksektir. Yakından tanıdığımız bir canlı türü olan köpeklerin birbirinden farklı pek çok varyasyonu vardır.


Varyasyon evrime delil oluşturmaz, çünkü varyasyon, zaten var olan genetik bilginin farklı eşleşmelerinin ortaya çıkmasından ibarettir ve genetik bilgiye yeni bir özellik kazandırmaz. Evrim teorisi için önemli olan ise, yepyeni bir türü tanımlayacak yepyeni bir bilginin nasıl ortaya çıkabileceği sorusudur.

Varyasyonlar, ancak bir türün genetik bilgisinin sınırları içinde kalan bazı değişimler meydana getirir, ancak hiçbir zaman türlere yeni bir genetik bilgi ekleyemez. Yan sayfada görülen güller birbirinden farklı özelliklere sahiptir. Ama sonuçta hepsi güldür.

Varyasyon her zaman genetik bilginin sınırları içinde olur. Genetik biliminde söz konusu sınıra "gen havuzu" denir. Bir canlı türünün gen havuzunda bulunan bütün özellikleri, varyasyon sayesinde çeşitli biçimlerde ortaya çıkabilir. Örneğin varyasyon sonucunda, bir sürüngen türünün içinde diğerine göre biraz daha uzun kuyruklu ya da biraz daha kısa ayaklı cinsler ortaya çıkabilir; çünkü kısa ayak bilgisi de, uzun ayak bilgisi de sürüngenlerin gen havuzunda vardır. Ama varyasyon sürüngenlere kanat takıp, tüy ekleyip, metabolizmalarını değiştirip onları kuşa dönüştüremez. Çünkü bu tür bir dönüşüm canlının genetik bilgisinde bir artış olmasını gerektirir, fakat varyasyonlarda böyle bir durum söz konusu değildir.

Darwin, teorisini ortaya attığında bu gerçeğin farkında değildi. Varyasyonların bir sınırı olmadığını sanıyordu. 1844'te yazdığı bir yazısında, "çoğu yazar doğadaki varyasyonun bir sınırı olduğunu kabul ediyor, ama ben bu düşüncenin dayandığı tek bir somut neden bile göremiyorum" demişti.Türlerin Kökeni'nde de çeşitli varyasyon örneklerini teorisinin en büyük delili gibi göstermişti. Örneğin Darwin'e göre; daha bol süt veren inek cinsleri yetiştirmek için farklı inek varyasyonlarını çiftleştiren hayvan yetiştiricileri, sonunda inekleri başka bir canlı türüne dönüştüreceklerdi. Darwin'in, bu "sınırsız değişim" fikrini en iyi ifade eden ise, Türlerin Kökeni'nde yazdığı şu cümleydi:

Varyasyon evrime delil oluşturmaz, çünkü varyasyon, zaten var olan genetik bilginin farklı eşleşmelerinin ortaya çıkmasından ibarettir ve genetik bilgiye yeni bir özellik kazandırmaz.
Çaprazlama çiftleştirme yöntemiyle çok önemli sonuçlara varılmıştır, ancak buğday hep buğdaydır.
"Bir ayı cinsinin doğal seleksiyon yoluyla giderek daha fazla suda yaşamaya uygun özellikler elde etmesinde, giderek daha büyük ağızlara sahip olmasında ve sonunda bu canlının dev bir balinaya dönüşmesinde hiçbir zorluk göremiyorum."

Darwin'in bu denli iddialı örnekler vermesinin nedeni, içinde yaşadığı yüzyılın ilkel bilim anlayışıydı. 20. yüzyıl bilimi ise, canlılar üzerinde yapılan benzeri deneyler sonucunda "genetik değişmezlik" (genetik homeostasis ) denilen bir ilkeyi ortaya çıkardı. Bu ilke, bir canlı türünü değiştirmek için yapılan tüm eşleştirme çabalarının sonuçsuz kaldığını, canlı türleri arasında aşılmaz duvarlar olduğunu ortaya koyuyordu. Yani farklı inek varyasyonlarını çiftleştiren hayvan yetiştiricilerinin sonunda inekleri Darwin'in iddia ettiği gibi başka bir türe dönüştürmeleri, kesinlikle mümkün değildi.

Darwin Retried adlı kitabın yazarı Norman Macbeth bu konuda şöyle demektedir:

"Sorun canlıların gerçekten de sınırsız bir biçimde varyasyon gösterip göstermedikleridir... Türler her zaman için sabittirler. Yetiştiricilerin yetiştirdikleri değişik bitki ve hayvan cinslerinin belirli bir noktadan ileri gitmediğini, hatta hep orijinal formlarına geri döndüğünü biliriz..."

Hayvan yetiştiriciliği konusunda dünyanın en önemli uzmanlarından biri sayılan Luther Burbank bu gerçeği, "bir canlıda oluşabilecek muhtemel gelişmenin bir sınırı vardır ve bu kanun, bütün yaşayan canlıları belirlenmiş bazı sınırlar içinde sabit tutar" diyerek ifade etmektedir.

Varyasyonlar, hiçbir zaman türlere yeni bir genetik bilgi eklememektedir. Bu nedenle hiçbir varyasyon "evrim" örneği sayılamaz. Farklı at cinslerini ne kadar çiftleştirirseniz çiftleştirin, sonuçta ortaya yine atlar çıkacak, ama yeni türler oluşmayacaktır.
Biyolog Edward Deevey de, varyasyonun hep belirli genetik sınırlar içinde gerçekleştiğini şöyle açıklar:

"Çaprazlama çiftleştirme yöntemiyle çok önemli sonuçlara varılmıştır... Ama sonuçta buğday hala buğdaydır ve, örneğin, üzüm değildir. Domuzlar üzerinde kanat oluşturmamız da, kuşların yumurtalarını silindir şeklinde üretmeleri kadar imkansızdır. Daha güncel bir örnek, son bir yüzyıl içinde dünyadaki erkek nüfusunda görülen boy ortalaması yükselişidir. Daha iyi beslenme ve bakım koşulları sayesinde erkekler son bir yüzyıl içinde rekor sayılabilecek bir boy ortalamasına ulaşmıştır, ama bu artış giderek durma noktasına gelmiştir. Çünkü varabileceğimiz genetik sınıra dayanmış durumdayız."

Kısacası varyasyonlar, ancak bir türün genetik bilgisinin sınırları içinde kalan bazı değişimler meydana getirmekte, ancak hiçbir zaman türlere yeni bir genetik bilgi eklememektedir. Bu nedenle hiçbir varyasyon "evrim" örneği sayılamaz. Farklı köpek ya da at cinslerini ne kadar çiftleştirirseniz çiftleştirin, sonuçta ortaya yine köpekler ya da atlar çıkacak, ama yeni türler oluşmayacaktır. Danimarkalı bilim adamı W. L. Johannsen bu konuyu şöyle özetler:

"Darwin'in bütün vurgusunu üzerine dayandırdığı varyasyonlar, gerçekte belirli bir noktanın ilerisine götürülemezler ve bu nedenle varyasyonlar 'sürekli değişim'in (evrimin) nedenini oluşturmazlar."

Son Coelacanth Fosili ve Evrimci Yanılgılar

Msnbccom haber sitesinde 1 Ağustos 2007 günü, "Yüzgeç fosili, bacakların evrimine ışık tutuyor" başlıklı bir haber yayımlandı Haberde, 400 milyon yıllık yeni bir coelacanth fosili ve bununla ilgili evrimci iddialara yer veriliyordu Fosili inceleyen ve ABD'deki Chicago Üniversitesi'nde görevli olan araştırmacılar, bunun günümüz coelacanth'larında bulunmayan bazı özellikler taşıdığını saptamışlardı ve buna dayanarak balığın "yaşayan fosil" olarak tanımlanmasının genel bir yanılgı olduğunu iddia ediyorlardı Araştırmacılar ayrıca yüzgeçlerden kol ve bacaklara varsayılan evrime dair masallar ortaya koyuyorlar, insan da dahil olmak üzere tüm kara omurgalılarının kol ve bacaklarının balık yüzgeçlerinden evrimleştiğini öne sürüyorlardı.


Ancak araştırmacıların bir balığın yüzgecine bakarak insan kolunun bu organdan evrimleştiğini iddia etmeleri tamamen hayalgücü ve önyargıya dayalı bir tutumdur Evrim teorisini ayakta tutabilmek, yıllarca ara geçiş formu olarak lanse edilmeye çalışılan coelacanth'ı sahte bir evrim delili olarak ayakta tutabilmek için yapılmış bir propagandadır Üstelik sözkonusu bulgu coelacanth'ın yaşayan fosil olduğu gerçeğini değiştirmemektedir
Aşağıda konuyla ilgili evrimci iddialar cevaplanmakta, "yüzgeç-kol-bacak" masalının neden bilimsel kanıtlara rağmen sürdürülen bir dogma olduğu gösterilmektedir.


Balıkların sınıflanması ve Coelacanth


Balıklar, çeneli ve çenesiz balıklar olarak iki kategoriye ayrılırlar Çeneli balıklar da kemikli balıklar (Osteichthyes) ve kıkırdaklı balıklar (Chondrichthyes) olarak ikiye ayrılırlar Kemikli balıklar kendi içlerinde yüzgeçlerin yapısına göre iki gruba ayrılmışlardır: Et-yüzgeçli balıklar (Crossopterygii) ve ışın-yüzgeçli balıklar (Actinopterygii)
Coelacanth, omurgasından kuyruk yüzgeçlerine doğru çıkan omurlarının içi boş olan balık takımına verilen isimdir Coelacanthlar, kemiklibalıklardan ve ışın yüzgeçlilerdendir Bunlar boyca 180 cm'ye, ağırlık olarak 98 kilograma ulaşabilen, iri yapılı, zırhı andıran ve bütün gövdeyi kaplayan kalın pullara sahip balıklardır Fosillerine ilk olarak Devoniyen (408-360 milyon yıl arası) dönemine ait katmanlarda rastlanmaktadır.

Coelacanth, 1938 yılına kadar sadece fosil örneklerden tanınan bir balıktı ve günümüzden en az 70 milyon yıl önce ortadan kalktığı düşünülüyordu Yüzgeçlerinin içinde kemikli yapılar barındırması dolayısıyla birçok evrimci zoolog bu canlının, gövdesindeki iki adet çiftli yüzgeçleri kullanarak deniz tabanında yürüdüğünü ve Coelacanth'ın, deniz-kara hayvanları arasında bir geçiş formu olduğunu varsayıyordu.

Ancak 1938 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti açıklarında canlı bir Coelacanth ele geçirildi (Latimera chalumnae) 1952 yılında Afrika’nın doğusunda yer alan Komor adaları civarında yeni canlı coelacanthlar yakalandı (Malania anjouanae) Bilim adamları coelacanth'ın hem anatomisi hem de doğal ortamındaki hareket şekli üzerinde kapsamlı incelemeler yaptılar Anatomik incelemeler Coelacanthların 400 milyon yıldır hiçbir değişikliğe uğramadıklarını göstermekteyken, 1987 yılında Komor adaları çevresinde denizaltıyla yapılan gözlemler şunu ortaya koyuyordu:
"Esnek yüzgeçlerinin, dört ayaklı kara omurgalılarınkine benzer bir işlevi yoktu Bunlar, hayvanın baş aşağı ve geri geri de dahil olmak üzere, her yöne yüzmesini sağlıyordu".[i]

Son Coelacanth fosili


Msnbccom haberine konu olan coelacanth fosili oldukça eksik ve küçük bir parçadan ibarettir ABD'nin Wyoming eyaletinde bulunan ve Sho­sho­nia arc­topteryx olarak isimlendirilen son coelacanth örneğinin boyu 10 cm kadardır ve balığın resimde kırmızıyla gösterilen yüzgecine aittir Araştırmacılar, yüzgeç içindeki kemik organizasyonunun, günümüzde yaşamakta olan coelacanth'larınkine göre asimetrik bir yapılanma ortaya koyduğunu, yüzgecin ana sapının ön tarafındaki kemiklerin, arka tarafındakilerden daha çok olduğunu belirtmektedirler Bu yapılanmanın daha çok günümüzün ışın-yüzgeçli balıklarında ve kara omurgalılarında görülen bir özellik olduğunu belirten araştırmacılar bu durumla ilgili evrimci yanılgılar ortaya koymaktadırlar:

a) Coelacanth'ın yaşayan fosil olmadığı yanılgısı


Bilim adamları Coelacanth'ın son fosil örneğiyle yaşayan örnekleri arasındaki anatomik farklılıklara göre, bu canlının "yaşayan fosil" kimliğine itiraz etmekte, bu nitelemenin yanlış olduğunu iddia etmektedirler
Oysa söz konusu itirazı yapan Matt Friedman büyük bir yanılgı içindedir Coelacanth'ların yaşayan fosiller olması "insanlar" arasında yayılan bir efsane değil, "bilim" literatüründe genel kabul gören, sağlam verilere dayalı bir bulgudur Örneğin üniversitelerin internet sayfalarında yapılan Coelacanth'lardan yaşayan fosil olarak sözetmektedir:

1"Living fossil : the story of the coelacanth", Smithsonian Institution
2"Living Fossil Fish In Indonesian Waters", University of Florida
3"Historical Geology and Society: Living Fossils and Extinction", The University of Tennessee at Martin
4"Significance of Coelacanth", University of Scranton
5 "Coelacanth: The Fish out of Time", University of Wisconsin

Şimdiye dek 40'dan fazla yaşayan örneği bulunan, en sonuncusu da 2007 Mayıs ayında Endonezya'da ele geçirilen coelacanth'ların halen yaşamakta olan milyonlarca yıllık canlılar olduğuna getirilecek itiraz, Darwinistlerin kuşkusuz son derece komik duruma düşürecektir Günümüzde yaşayan örnekleri ele geçirilen söz konusu balığın 350-400 milyon yıl önceki coelacanth'lardan hiçbir fark taşımadığı bugün kesin ve bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçektir Darwinistlerin bu itirazdaki asıl çabaları, yıllar boyunca ara geçiş formu olduğunu iddia ettikleri bu canlıyı eski sahte ününe kavuşturmaktı Oysa coelacanth, artık bir " evrimi yalanlayan bir yaşayan fosil" olarak literatürdeydi.

Friedman'ın sözlerinin gerçekçi bir değerlendirme olmadığının bir diğer göstergesi, Amerikan Doğa Tarihi Müzesi Paleontoloji bölümünden John G Maisey'nin "Discovering Fossil Fishes (Fosil balıkları keşfetmek)" adlı kitabında yazdıklarıdır Maisey, Devoniyen coelacanth'larıyla günümüz coelacanth'ı Latimeria arasında durağanlık (yani evrimsizlik) olduğunu şöyle ifade etmektedir:

“Köpekbalıkları, ışınlı-yüzgeçli balıklar ve etli-yüzgeçli balıkların tümü yaklaşık 400 milyon yıl önce ortaya çıkmış ve varlıklarını günümüze kadar korumuşlardır Tasarımlarındaki durağanlık, son derece çarpıcıdır Mesela, Devoniyen dönemine ait coelacanthlar ve Latimeria arasında veya Devonyen dönemi ışın-yüzgeçli balıklarıyla bunların günümüzdeki örnekleri arasında”.[ii]

Coelacanth'ın genel kabul gören yaşayan fosil özelliği, çoğu oldukça iyi korunmuş olan ve çok sayıda ele geçirilmiş fosil koleksiyonlarına dayanmaktadır Friedman'ın bu çalışmada incelediği fosil ise sadece bir yüzgeçten ibarettir Çok sayıda fosil örneğin tekrar tekrar incelenmesiyle oluşmuş genel paleontolojik kanaatlerin, Friedman'ın tek bir yüzgeç fosili üzerindeki abartılı yorumlarıyla bir anda değişmeyeceği açıktır.

b) Tetrapod uzantılarının Coelacanth yüzgeçlerinden evrimleştiği masalı


Msnbccom yazısında, Sho­sho­nia arc­topteryx’in yüzgeç yapısının anatomisi açısından, günümüz coelacanth’larından daha çok tetrapod (dört ayaklı kara omurgalıları) ve hatta insana daha çok benzediği belirtilmekte, yazının başlığındaki ifadeyle fosilin kol ve bacak gibi uzantıların sözde evrimine ışık tuttuğu öne sürülmektedir Oysa insanın ve kara omurgalılarının kol ve bacak gibi uzantılarının balıkların yüzgeçlerinden evrimleştiği iddiası sadece bir Darwinist masaldan ibarettir.

Balıkların yüzgeç kemikleri ile kara canlılarının ayakları arasında çok temel bir fark vardır: Balıklardaki kemikler, canlının omurgasına bağlı değildir Omurgaya bağlı olmadıkları için de ağırlık taşıma gibi bir işlev üstlenemezler Bir balık karada ne kadar sürünürse sürünsün, ne kadar çırpınırsa çırpınsın, yüzgeç kemiklerini iskelete bağlayacak, orada kemiklerin birbirine geçmesi için anahtar-kilit ilişkisi içindeki eklemleri inşa edecek dönüşümler yaşanmayacaktır Çünkü bir balığın yüzgeç yapısı DNA’da kodludur ve DNA kodu balığın ihtiyaç ve hareketlerine gore değişmeyecektir, değişmesi imkansızdır Dolayısıyla, yüzgeçlerin yavaş yavaş ayaklara dönüştükleri iddiası hiçbir bilimsel gözleme dayanmamaktadır ve sadece evrim teorisinin ihtiyaçlarından ötürü savunulmaktadır.

Ayrıca balıkların yaşam alanı olan tuzlu ve tatlı su alanlarıyla tetrapodların yaşam alanı olan karalar arasında çok büyük farklılıklar vardır Canlının ortamlarındaki bu büyük farklılıklar; hareket, solunum, üreme, görme ve işitme, suyun korunması gibi fonksiyonlarını ilgilendiren fizyolojik sistemleri açısından da çok büyük farklılıklar anlamına gelmektedir Sudan karaya geçtiği varsayılan bir balığın, karada yaşamaya devam etmesi için, kara canlılarının sistemlerin çok kısa bir sürede kazanması, solungaçlarının akciğere dönüşmesi, balığın normalde sahip olmadığı böbrek gibi son derece kompleks bir organın tesadüfen evrimleşmesi, suyu tutacak deri yapısıyla işitme ve görme sistemlerinde köklü değişimler geçirmesi gerekir ki bu imkansız bir senaryodur Nitekim böyle bir dönüşümü delillendirdiği öne sürülen bir fosil kanıt da yoktur Evrimci paleontolog Barbara J Stahl ise, Vertebrate History: Problems in Evolution adlı kitabında şöyle yazar:

"Bilinen balık türlerinin hiçbiri, karada yaşayan dört ayaklıların atası olarak belirlenememektedir Bu balık türlerinin çoğu amfibilerin ortaya çıkmasından sonra yaşamışlardır Amfibilerden önce gelen balıkların, dört ayaklılarda bulunan eklem ve omurgaların herhangi birisini geliştirdiklerine dair ise hiçbir delil yoktur".[iii]

Sonuç:

Görüldüğü gibi coelacanth’ın yaşayan fosil özelliği, paleontolojinin genel bir kabulüdür ve bu kabulü ortadan kaldırabilmek amacıyla yapılmış son fosille ilgili yorumlar sözkonusu bilimsel gerçeği kuşkusuz ki ortadan kaldırmayacaktır Yüzgecin sudan karaya çıkış iddiasıyla bağdaştırılması ise Darwinist önyargılardan kaynaklanan, bilimsel kanıta dayanmayan bir tutumdur, klasik evrimci spekülasyon yöntemlerine bir örnektir Msnbccom’a, gerçekçilikten böylesine uzak, tamamen evrimci hayalgücü ve önyargılara dayalı iddialara körüköüne destek vermekten vazgeçmesini tavsiye ediyoruz.




[i]"Evrimin Çıkmaz Sokakları: Yaşayan Fosiller", Focus Nisan 2003, sf40
[ii] John G Maisey, Discovering Fossil Fishes, Westview Press, Boulder, CO , 2000, s 68
[iii]Barbara J Stahl Vertebrate History: Problems in Evolution, Dover, 1985 s 148

Darwinistler, Sahte Evrim Delilleri ile Teorilerini Ayakta Tutmaya Çalışmaktadırlar

Darwinizm, moleküler biyolojide, genetikte, paleontolojide, biyomatematikte yaşanan gelişmeler karşısında çaresiz kalmıştır. Çeşitli bilim dalları tarafından ortaya konulan sayısız bulgu, evrimin hiçbir zaman gerçekleşmediğini çok açık ve kesin olarak göstermektedir. İşte bu, Darwinist yenilgidir. Darwinist yenilginin en önemli göstergelerinden biri ise, sahte deliller, hiçbir gerçekliği olmayan hayali senaryolardır.

Evrim teorisinin tarihi, birbirinden çeşitli sayısız sahte delil örneği ile doludur. Darwinistler, bir insan kafatasına yeni ölmüş bir orangutan çenesinin eklenmesi ile oluşturulan ve 40 yıl boyunca bilimsel delil olarak sergilenen Piltdown adamı sahtekarlığını örtbas etmişlerdir. Bir domuza ait azı dişini Nebraska adamı olarak ilan edip, onun ailesiyle birlikte sosyal hayat içinde rekonstrüksiyonlarını çizmekten çekinmemişlerdir. Darwinistler, ağaç gövdelerine açık ve koyu renklerde güveler yapıştırıp, bunu tüm dünyaya bilimsel bir evrim delili olarak göstermeye yeltenmişlerdir. Dinozor fosiline tüy eklemiş, sahte embriyo çizimleriyle insanın gelişim safhalarında evrimin gerçekleştiği iddiasında bulunmuşlardır. Darwinistler, Kambriyen dönemine (543-490 milyon yıl önce) ait olağanüstü komplekslikteki fosil örneklerini, evrim teorisini tamamen geçersiz kıldıkları için, 70 yıl boyunca Smithsonian müzesinin deposunda saklamakta sakınca görmemişlerdir. İşte Darwinizm tarihi, bilim adına yapılmış ve insanları kesin olarak aldatmayı amaçlamış inanılması güç sahtekarlık örnekleri ile doludur. Bu sahtekarlıkları yapanlar; evrimci bilim adamları, profesörler ve paleontologlardır. Bu durum, evrim ideolojisinin bilim adamlarını sahtekarlığa sürükleyecek kadar güçlü bir din olduğunu göstermektedir.

Darwinist yayınlarda ısrarla gündemde tutulmaya çalışılan atın evrimi senaryosu ise, pek çok evrimci bilim adamının itiraf ettiği gibi, ciddi anlamda bir düzmece üzerine kuruludur. Bu senaryo, Hindistan, Güney Amerika, Kuzey Amerika ve Avrupa'da değişik zamanlarda yaşamış, farklı tür canlılara ait fosillerin evrimcilerin hayal güçleri doğrultusunda küçükten büyüğe doğru dizilmesiyle oluşturulan şemalarla ortaya atılmıştır. Değişik araştırmacıların öne sürdükleri 20'den fazla değişik atın evrimi şeması vardır. Hepsi de birbirinden farklı olan bu soy ağaçları hakkında evrimciler arasında da görüş birliği yoktur. Bu sıralamalardaki tek ortak nokta, 55 milyon yıl önceki Eosen devrinde yaşamış Eohippus (Hyracotherium) adlı köpek benzeri bir canlının atın ilk atası olduğuna inanılmasıdır. Oysa atın milyonlarca yıl önce yok olmuş atası olarak sunulan Eohippus, halen Afrika'da yaşayan ve atla hiçbir ilgisi ve benzerliği olmayan Hyrax isimli hayvanın hemen hemen aynısıdır.1

Atın evrimi iddiasının tutarsızlığı, her geçen gün ortaya çıkan yeni fosil bulgularıyla daha açık olarak anlaşılmaktadır. Eohippus ile aynı katmanda, günümüzde yaşayan at cinslerinin de (Equus nevadensis ve Equus occidentalis) fosillerinin bulunduğu tespit edilmiştir.2 Bu, günümüzdeki at ile onun sözde atasının aynı zamanda yaşadığını göstermektedir ki, atın evrimi denen sürecin hiçbir zaman yaşanmadığının kanıtıdır.

Tüm bu gerçekler, evrimin en sağlam delillerinden birisi gibi sunulan atın evrimi şemalarının, hiçbir geçerliliğe sahip olmayan hayali sıralamalar olduklarını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Darwinistlerin yayınlarında sürekli bu sıralamaları sunarak deliller getirmeye çalışmaları boşunadır. Evrimciler tarafından bile geçersiz olarak kabul edilen bu şemalar, bilimsel anlamda hiçbir geçerliliğe sahip değildir ve söz konusu ideolojiyi ayakta tutabilmek için başvurulmuş bir başka sahtekarlık örneğidir. Diğer türler gibi atlar da, evrimsel bir ataya sahip olmadan var olmuşlardır, onlar da diğer canlılar gibi yüce Allah'ın eserleridir. Darwinist propaganda, şimdiye kadar bilgisiz halkı aldatmış olabilir. Ama hak olan batıl olanı yok etmiş ve evrim sahtekarlıkları ve Yaratılış delilleri artık gözler önüne sunulmuştur. Söz konusu sahtekarlıklar üzerine yapılan yeni spekülasyonlar gerçeği değiştirmeyecek, artık açık şekilde bilgilenmiş olan insanlarımızın kanaatini değiştirmeyecektir.